HER ŞEY YERLİ YERİNDE, YALNIZ BİR ŞEY EKSİK..
Her şey sıradandı. Her zamanki gibi kalkmış her zamanki gibi kahvaltımı yapmıştım. Ve yine her zamanki gibi koltuğa oturmuş televizyondaki her zamanki programlardan birini seyrediyordum. Yine aynı kadın bir şeyler söylüyordu. Yine kendi tabiriyle telefonun öbür ucunda çok değerli bir dinleyicisi vardı.
Her şey aynıydı. Her şey dün bıraktığım gibiydi. Duvarların renkleri, lambalar,
kapılar hatta ve hata kapının kolları bile.
Perdeler
aynı perdeler, halım aynı halı; motifleri bile değişmemiş. Telefon aynı
yerinde. Menekşeler de olduğu yerde; bir yere gitmemiş. Gökyüzü desem her
zamanki gibi, hava sıcak, toprak da öyle.
Yalnız
içimde bir sıkıntı var. Tuhaf bir boşluk hissi.. Sanki, sanki, bir şeyler eksik
gibi… Ama ne? Sadece bu farklıydı. Oysa tatil günleri hep evde dururdum ve hiç
sıkılmazdım aksine evde vakit geçirmekten keyif alırdım. Sıkıntıya alışık
olmadığım için önce ne yapacağımı pek bilemedim. Kumandayı alıp kanalları gezdim.
Sonra ayağa kalktım, dışarıyı seyrettim. Bir taraftan sürekli neyin eksik
olduğunu düşünüyorum? Dışarısı da her zamanki gibiydi. Karşıki binanın en üst
katının camları yine kirliydi. En alt kattakiyse yine çamaşır asmıştı. İşte
yine belediye otobüsü geçiyordu. İşte şu gelen de her öğlen böyle elinde boş
bir valizle nereden geldiğini bir türlü anlayamadığım kadın, üzerindeki sarı
bluzu yine değiştirmemiş.
Salondan
çıkıp mutfağa geçtim. Her şey yerli yerinde. Mutfağın perdesini aralayıp tekrar
dışarıya baktım, perde yine aynı perde ve yine beyaz. Kaldırım yine aynı
kaldırım. Yol aynı yol, simsiyah, çimenler yeşil, karşıdaki okul yine aynı
yerinde. Arabalar yine yoldan geçiyor, uçaklar ise gökyüzünden…
Market
yine karşıda, cami inşaatı hala devam ediyor. Kolumdaki saate bakıyorum, saatim
de aynı, hala geri. Ayarlamayı yine unutmuşum. Tabaklar, kaşıklar, çatallar,
buzdolabı, fırın vs. hepsi ama hepsi aynı yerinde. Peki, ne eksik, bu iç
sıkıntısı, bu boşluk hissi neden? Ellerime bakıyorum. Ellerim de aynı, hala on parmağım
var, çoraplarımı çıkarıp baksam eminim ayak parmaklarımın sayısı da aynıdır.
Düşünüyorum, yaşım da aynı, boyum da kilom da aynı olmalı. Mutfaktan çıkınca
aynaya gözüm ilişiyor; vücudumla uğraşmaya devam ediyorum. Saçlarım hala siyah,
sakallarım hala uzun, ha bugün ha yarın diye diye bir türlü kesmemişim, yine
yarın keserim artık deyip anahtarımı aramaya başlıyorum. Eksiklik belki
dışarıdadır öyle ya.. Anahtarı aramama gerek yok, zaten aynı yerinde. Çekmeceyi
açıp alıyorum, her zamanki kapıdan dışarı çıkıyorum. Her zamanki gibi kapıyı
kapatıp her zamanki ayakkabılarımı giyiyorum. Merdivenler de aynı. Yarı istekli
yarı isteksiz birer birer iniyorum. Ne eksik, ne eksik?.. Merdiven boşluğundaki
pencereleri yine açık bırakmışlar. Nihayet apartmanın giriş kapısına geliyorum.
Ve çıkıyorum. Recep bey yine apartmanın girişindeki çiçekleri küçük kızına
sulatmış, kız yine suyun yarısını saksının dışına dökmüş.
Evden
çıktıktan sonra derin bir nefes alıyorum. Bahçeden her zamanki gibi hafif hafif
çiçek kokuları geliyor. Fakat, içimdeki sıkıntı… O tuhaf boşluk hissi geçmiyor.
Bahçeden çıkmadan sırtımı duvara dayayıp düşünmeye başladım. Bu eksiklik ne
olabilir diye.. Etrafıma uzun uzun baktım, her şey aynı. Gökte her zamanki gibi
güneş bile var. Eksik? Eksik? Ne kadar düşündüm bilmiyorum, birden aklıma
düştü.
Sakın
o olmasın!
Acaba
dedim, eksik o mu, bu içimdeki boşluk hissi o yüzden mi? Hemen geri girdim
apartmana. Koşarak merdivenleri çıktım. Nefes nefese kalmışım. Kapıyı hızla
açıp içeri girdim. Mutfağa, banyoya, balkonlara baktım. Bir solukta bütün
odaları dolaştım, hem de defalarca.. Yüklüğü, dolapları, kanepelerin altlarını,
çekmeceleri bile karıştırdım. Kaç dakika geçti bilmiyorum. Her bir odayı kaçar
defa dolaştım bilmiyorum. En son salondaki koltuğun üzerine çöküp kaldım. Neyin
eksik olduğunu sonunda bulmuştum: SEN YOKTUN.