Yere Düşen Gülücük

Mutluydu. Yüzünde sımsıcak bir gülümseme vardı. O gün maaş günüydü, zamlı maaşıyla beraber umduğundan çok yüksek bir prim almıştı. Üstüne üstlük patron: “100 de benden”, dedi, arkasından da ekledi, “Bugünlük bu kadar çalıştığınız yeter, çıkabilirsiniz.”

Neşeyle dışarı çıkıp uzun süredir hayalini kurduğu elbiseyi almaya gitti. O da ne? Elbise indirime girmiş yarı fiyata düşmüş. Mutluluktan uçacaktı sanki. Elbiseyi aldı. Yok yok, eve kadar sabredemeyecekti. Geri dönüp kabine girdi, yeni elbiseyi giydi. Aynaya şöyle bir baktı. Ne kadar da güzel olmuştu. Yüzündeki gülümsemeyle otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Otobüsün hareket etmesine birkaç dakika vardı, acele etmeliydi.

Adımlarını hızlandırdı, hızlandırdı… Birden ayağı takılıp yere düşmesin mi! Elindeki poşet bir yana, gözlüğü bir yana savruldu. Etraftan gülenler oldu, iki kişi de yardım etmek istedi. Toparlanması uzun sürmedi, ama ama gülücük düşmüştü yere. Gözlüğünü, poşetini yerden alırken, gülücük aklına bile gelmedi. Ne otobüste, ne de evin merdivenlerinden çıkarken fark etti gülücüğünün olmadığını. Akşam en sevdiği diziyi seyrederken kızla oğlan birbirlerine aşklarını itiraf ettiklerinde aklına geldi. Eliyle dudaklarını yokladı, sonra etrafına bakındı, ceplerini aradı, yoktu. Bir an telaş edecek gibi olduysa da sonra “Aman dedi, zaten saçlarımın modeline de uymuyordu.”

***

Gülücük oracıkta kalmıştı. Oracıkta, kaldırımın üzerindeki ağaçlardan birinin altında, öylece duruyordu. Onlarca, yüzlerce ayak sürekli gidip geliyordu. Hepsi de sanki bir yerlere geç kalmış gibiydiler, telaşlıydılar. Gülücük uzun süre şaşkın şaşkın insanları seyretti. İyi ki ağacın altına düşmüştü, yoksa kim bilir kaç kişi üzerine basıp geçerdi. Gülücüğü bir süre fark eden olmadı. Sonra bir ara, bir çift ayak gelip durdu gülücüğün yanında. Gülücük yukarı doğru bakınca, ayakların sahibinin telefonla konuştuğunu gördü. Adam telefona öyle dalmıştı ki hiçbir şeyin farkında değildi. Bir taraftan konuşuyor, bir taraftan da sağa sola üçer beşer adım atıyordu. Sonra ağaca sırtını yasladı, daha sonra döndü elini dayadı, ayağının ucuyla da ağacın dibini karıştırıyordu. Farkında olmadan ayağıyla gülücüğü az ileri ittirdi. Telefonu kapattı yürümeye devam etti.

Gülücük şimdi biraz daha göz önündeydi. Birkaç kişi onu ezecek oldu. Gülücük korkuyordu. Neden sonra bir çift ayak daha durdu yanı başında. Ayakların sahibi çömeldi, bağcıkları çözülmüştü, onları bağlamaya başladı. Tam kalkıyordu ki gülücüğü fark etti. Eline alıp sağını solunu çevirdi. Avucuna alıp yürüdü. Gülücük adamın avcunda sıkılmaya, bunalmaya başladı ama en azından ezilme tehlikesi yoktu artık. Adam kuytu bir köşeye geçip gülücüğü dudaklarının üstüne koydu, yan tarafındaki vitrin camında kendine baktı. Kravatını düzeltti. Gülücüğü kendine yakıştıramadı. Ciddiyetini bozmuştu. Gülücüğü iki tarafından tutup uçlarını eğdi. Gülücük şimdi dümdüz olmuştu. Tekrar cama baktı, bu defa olmuştu. Adam yürümeye devam etti.

Adamın niyeti bir bara gitmekti. İki kadeh atıp eve giderim diye geçiriyordu aklından. Normalde haber vermezdi ama o gün evi arayıp haber vereceği tuttu. Eşini aradı, “Biraz geç geleceğim merak etmeyin” der demez, kadın açtı ağzını yumdu gözünü. Adamın kafası attı, telefonu kapatmadan cebine soktu. İsteği kadar konuşsundu artık. Adam bardan vazgeçti, izbe bir meyhane bulup girdi içeri. Karısına inat sabaha kadar içecekti.

Adam çok geçmeden kafayı bulmuştu. Karısına küfredip duruyordu. Vakit gece yarısını geçerken ceketini çıkarıp attı, kravatını gevşetti, gömleğin yakasını açtı, “Bu ne arıyo lan burada?” deyip dümdüz edip ciddileştirdiği gülücüğü de yerdeki ceketin üzerine fırlattı.

Adam sabaha doğru ceketini bile almadan düşe kalka meyhaneden çıkıp gitti.

***

Meyhane boşalmıştı, içerde akşamdan kalma 3-5 berduş, bir de çalışanlar vardı. Meyhaneci ve garsonları ortalığı toplamaya başladı. Yerleri süpüren eleman ceketi ve dümdüz olmuş gülücüğü yerden aldı, meyhaneciye seslendi “Recep Baba, bunu ne yapayım?” Recep Baba, “As şuraya, sahibi gelirse veririz evlat.” dedi. Eleman, gülücüğü ceketin cebine koyup Recep Baba’nın dediği yere astı.

Recep Baba, masalarda kalan akşamcıları kaldırdı. Bir tanesi uyanmıyordu. Meyhaneci, sürahiyi kafasından aşağıya boşaltınca, kendine gelir gibi oldu. Gözünün önünü gördüğü yoktu. “Baba, benim hesaba yaz.” dedi. Recep Baba bozuldu “Ne ulan bu yaz yaz! Yarın da yolsuz gelirken bacaklarını kırarım.” dedi. Berduş, “Büyüksün Babacığım. Yarına söz. Bizde yamuk olmaz bilirsin. Seni seviyorum.” deyip sallana sallana askılığa gitti. Kendi ceketi sanarak karısına kızan adamın ceketini sırtına alıp çıktı.

***

Berduş, meyhaneden çıkınca doğruca çorbacıya gitti. “Osman Aga, çek bi işkembe” dedi. Osman Aga “Paran var mı lan?” dedi. Berduş, “Hesaba yaz, yarına hallederiz” dedi. Osman Aga “Ulan deyyus bu kaçıncı yarın? Bak bu son. Yarın para gelmezse sen düşün.” deyip berduşa çorbayı verdi. Berduş, çorbacıdan çıkıp tekel bayisine girdi, “Apocuğum, Allah’ına kurban, bi kısa Maltepe ver.” dedi. Apo “Paran var mı?” dedi. Berduş, “Yarın söz, geliyorum, hesabı kapatıyorum.” dedi. Apo “…… git lan şurdan! Sigaranın da veresiyesi mi olur?” dedi. Berduş ısrar etti, Apo, sigara vermedi. Berduş “Küsüyorum lan sana, bundan sonra da buraya gelmiyorum, anadın mı?” dedi. Dükkândan küfrede küfrede çıktı. Elini cebine sokunca bir an afalladı. Baktı, ceket kendisinin değil. Cepleri karıştırdı, para pul yok. Yalnız iç cepte dümdüz olmuş gülücük, bir de kırık gözlük. Gözlüğü gözüne, gülücüğü dudağına taktı. “Şu ceketi götürüp Eskici Ümmet’e okutayım da yolumu bulayım” dedi.

Ümmet ceketten önce gülücüğü gördü. “Bunu ne lan, diplomat gibi olmuşsun? Ver bakayım” dedi. Eline alıp sağına soluna baktı, sonra kendine taktı, yan taraftaki komidinin aynasına baktı. “Bunu çarptım koçum” dedi. Berduş ses çıkarmadı, ceketi satıp gitti.

***

Eskici Ümmet, berduş gittikten sonra huylanmaya başladı. Dudaklarını oynattı. Aynaya tekrar baktı. Olmamıştı. Bıyıkları aşağıya sarkık, gülücük dümdüz. Eline çekici alıp uçlarını aşağıya doğru bir güzel yamulttu, tekrar taktı. Şimdi oldu dedi. Asık suratıyla Yeşilçam’ın kötü adamlarına benzemişti. Akşama kadar her gelen ne bu halin Karadeniz’de gemilerin mi battı?” dedi. Doğru dürüst iş yapamadı, para kazanamadı. Dükkânı kapatacağı sırada bir tanıdığı uzun zaman önce aldığı eşyaların parasını ödemeye geldi. Ümmet adamdan umudu kesmişti oysa. Parayı cebine koyup arabasına binerken dikiz aynasından kendine baktı, gülücüğe benzemeyen gülücüğü çıkarıp attı.

***

Sabah çöpçü ortalığı temizlerken gülücüğü de süpürüp çöpe attı. Gülücük artık sonunun geldiğini düşünmeye başladı. Bundan sonra başına neler gelebileceğini az çok tahmin edebiliyordu. Önce bir çöp arabasına binecek, sonra şehir çöplüğüne götürülecek ve orada çürüyüp gidecekti.

Birkaç saat geçti geçmedi, çöpün yanına birisi geldi. Elindeki çubukla çöpün içini karıştırıyordu. İşine yarayacak bazı şeyleri aldı. Tam dönüp gidecekken tekrar konteynırın içine baktı, gülücüğü gördü. Eline altı, kirden rengi değişmiş olan kazağıyla sildi. Ağzıyla hohlayıp bir güzel parlattı. Gülücük artık kimin elinde olduğunu görebiliyordu. Bir çocuğun kirden kararmış ellerindeydi. Çocuk onu dudaklarına taktı. Çöpten topladıklarını doldurduğu el arabasından bir teneke çıkarıp kendine baktı. Dilini çıkarıp “böööö” dedi. Elini önce burnuna, sonra kulaklarına götürüp nanik yaptı. Çocuk somurtkan gülücüğü çıkardı, sarkık uçları yukarı gelecek şekilde tekrar taktı. Tenekeye bakınca mutluluktan uçacaktı sanki. Gülücük yeniden tam bir gülücük olmuştu. Çocuk el arabasını alarak bir sonraki çöpe doğru neşe içerisinde yürümeye başladı.

 


Yorumlar - Yorum Yaz