Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
SEN AHMED Ü MAHMÛD U MUHAMMED’SİN EFENDİM
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
Hakdan bize sultânı mü’eyyedsin Efendim
Peygamber Efendimiz’e duyulan büyük sevgi yüzyıllardır şiirlerde dillendiriliyor. Bu şiirlere genel olarak na’t denilmiş. Na’tlerde şairler, Efendiler Efendisi’ne karşı besledikleri derin sevginin yanında, O’nun mucizelerini, yaşadığı olağanüstü olayları ve örnek şahsiyetini de dile getirmişler. Bu şiirler divanlarda Cenab-ı Allah’la ilgili olan münacat ve tevhid türündeki şiirlerden hemen sonra gelmiş. Şairler bu vesileyle eserlerinin başında Efendimiz’in adını anmayı adet haline getirmişler.
Na’t türündeki eserlerin en meşhurlarından birisi Divan edebiyatının son büyük şairi Şeyh Galib’e ait. Engin hayal gücü, eşsiz ifade kabiliyeti ve tasavvufi tecrübesiyle kendini belli eden şair, henüz 24 yaşında iken divanını tertib eder (1780), yaklaşık 2 yıl sonra ise Türk edebiyatının en güzel mesnevilerinden birisi olan Hüsn ü Aşk’ı (1782-83) tamamlar.
Şair, Hüsn ü Aşk’ı yazdıktan sonra tasavvufta önemli bir yeri olan “çile doldurmak” üzere Konya’ya gitmişse de babasının ısrarları sonucu İstanbul’a döner ve 1001 günlük çileyi Yenikapı Mevlevihanesi’nde tamamlar.
8 yıl Galata Mevlevihanesi’nde şeyhlik yapan bu büyük şiir dehası geride, Dîvân, Hüsn ü Aşk, Es-Sohbetü’s-Sâfiyye, Şerh-i cezîre-i Mesnevî isimli eserleri bırakarak 42 yaşında hayata gözlerini yumar (3 Ocak 1799 Çarşamba).
Efendiler Efendisi’nin kutlu doğumu münasebetiyle hatırlayalım. Ne diyordu şair:
Sultan-ı rusül şâh-ı mümeccedsin Efendim
Bî-çârelere devlet-i sermedsin Efendim
Divân-i ilâhide ser-âmedsin Efendim
Menşûr-ı le’amrük le müeyyedsin Efendim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
(Efendim! (Sen) Elçilerin sultanı, (şanı) yüceltilmiş şahsın; çaresizlerin sonsuz devleti; Tanrı katında ileri gelenisin. Ömrüne yemin olsun duyurusuyla (senin konumun) güçlendirilmiştir. Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
Tâbiş-dih-i ervâhı mücerred güherindir
Mâliş-gehi ruhsâr-ı melek hâk-i derindir
Âyîne-i dîdârı tecellî nâzarındır
Bû Bekr Ömer Osmân ü Alî yârlarındır
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
(Yalın ruhların parıltıları cevherin; eşiğinin toprağı, sultanların (önünde eğilip) başkoydukları yerdir. Bakışında, (Tanrı’nın) görüntüsü yansır; Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali dostlarındır. Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda
Gülbank-i kudûmun çekilir arş-ı Hudâ’da
Esmâ-i şerîfin anılır arz ü semâda
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
(Ebedîlik ülkesinin egemeni sensin; (Mutlak) adalet gününün kararlarında senin kararlarına uyulur; Allah’ın huzur katında gelişine (hep bir ağızdan) övgüler yapılır; Yeryüzünde ve gökyüzünde (senin) saygın adların anılır. Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; Bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân
Nefsî deyü dehşetle kopa cümleden efgân
Ye’s ile usâtın ola ahvâli perişân
Destûr-ı şefâ’atle senindir yine meydân
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
(Velî ve nebî (kulların bile) şaşkınlaştığı; herkesin korkuyla “ben (kendim)” diye haykırdığı; suçluların ümitsizlikle sağa sola (kaçışıp) dağıldıkları (ruhların yargılanacağı) günde aracılık (şefaat) izninle karar (verme) yetkisi (yine) sana verilmiştir. Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; Bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
Bir gün ki dalıp bahr-ı gama fikrete gittim
İlden yitürüp kendimi bî-hodluğa yitdim
İşyânım anıp âkıbetimden hazer etdim
Bu matla’ı yâd eyledi bir seyyid işittim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
(Bir gün düşüncelere kapılıp hüzün denizine daldığımda halktan uzaklaşıp kendimden geçmiş; (Allâh'a karşı) suçlarımı hatırlayıp geleceğimden çekindiğimde bir gönül erinin şu matla (beytini) hatırlayarak (tekrarladığını ) işittim: Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; Bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
Ümmîddeyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz
Sermâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz
Bâbın koyup agyâra penâh eylemeyiz biz
Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin Efendim
(Biz, (gelecekten) ümitliyiz, ümitsizlikle ah çekmeyiz; iman sermayesini tüketmeyiz; (O’nun) kapısını bırakıp başkalarına sığınmayız; sana sığınmak varken (dönüp) başkasına bakmayız. Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; Bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma
Dest-i red urup hasret ile dûzaha kakma
Rahm eyle amân âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim
Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin Efendim
(Ümmetin çaresizdir, suçlarını görmezden gel; onları(n isteklerini) red edip özlemde bekletme, cehennem ateşine atma; (onlara) acı, affet ayrılık ateşine yakma; sözün özü, pek günahkar hizmetkarın Galib’i (sensiz) bırakma! Sen Ahmed, Mahmud ve Muhammed’sin; Bize Allah tarafından (elçilikleri) doğrulanmışların sultanısın, Efendim!)
(Şiirin günümüz Türkçesi: Metin Akkuş, Klâsik Türk Şiirinin Anlam Dünyası, Erzurum 2007, s. 183-185).