Laik Cevat

             LAİK CEVAT

             Bizim Cevat’ı bilir misiniz, bizim Cevat’ı? Bilmez misiniz? Anlatayım isterseniz. Aslında Cevat bir insandır. Elbette insan olacak dediğinizi duyar gibiyim. Demek istediğim en sıradan bir insandır. Dünyadaki 6 milyar insandan biridir. Cevat’la liseden tanışırız. Öyle hikâyeye konu olacak bir yönü yoktur. Ama bir özelliği onu bu hikâyeye konu yaptı. Cevat ‘i’ harflerini söyleyemezdi. Bu yüzden biz ona “Iyılık Cevat” derdik. Onu her gören arkadaş “Ne var ne yok Cevat?” derdi, sırf “Iyılık ne olsun” sözünü duymak için. Lisede en çok onunla dalga geçerdik. Başka birisi olsa çoktan çıldırırdı. Ama Cevat çok sakin birisi, ne kadar dalga geçilirse geçilsin asla kızmaz. ‘İ’leri söyleyemedikçe bazen kendisi de gülmeye başlar. Onun içinde sık ‘i’ geçen küfürleri vardır, arka arkaya onları etmeye başlar.

            Liseyi bitirdik, çoğumuz üniversiteye gittik. Cevat’ın üniversite gibi bir düşüncesi yoktu. Biz üniversiteyi bitirdik. Cevat evlendi, çora çocuğa karıştı. Girmediği iş kalmadı. Kimisini Cevat beğenmedi; kimisinde Cevat’ı beğenmediler. Sonra geçici işçi olarak bir yerlere girdi diye duydum. Bu arada ben başka bir ile tayin oldum. Birbirimizi arayıp sormaz olduk. Aradan üç beş sene geçti, ben tekrar kendi memleketime geldim. Bir Perşembe günüydü galiba. Çarşıya çıkmıştım, arkamdan birisi seslendi. Arkama döndüm takım elbiseli gayet şık giyimli birisi. Bir de baktım bizim Cevat, Iyılık Cevat. Sarıldık kucaklaştık. Eski günlerin özlemiyle “Nasılsın Cevat?” dedim. Bekliyorum ki yine “ıyılık ne olsun” diyecek. Ama öyle olmadı Cevat “iyilik ne olsun” dedi. Ben şaşırdım birden bire de Cevat hani sen ‘i’ leri söyleyemiyordun diye kusurunu yüzüne vurmak istemedim. İçimden geçenleri anlamış olacak ki “Sor sor çekinme” dedi. Allah Allah Cevat çekinme dedi. Eskiden ‘çekınme’ derdi. “Ya boş ver şimdi bunları. Gel bir yerlere oturup bir şeyler içelim” dedim.

            Havadan sudan konuşmaya başladık. Ama benim aklım hala ‘i’lerde. Konuştuklarından çok ‘i’leri telaffuz edişi dikkatimi çekiyor. Lisedeyken ne kadar çok uğraşırdık. Diyemezdi. Sadece biz mi evde annesi babası, okulda hocalar ama olmuyordu, Cevat ‘i’ leri söyleyemiyordu. İnsan ‘r’leri söyleyemeyebilir, ‘k’ leri ‘g’ diye söyler veya kekeme olur. Ama Cevat? Cevat başka, o, ‘i’leri ‘ı’ diye söylüyor. Cevat’ın hayatındaki tek değişiklik ‘i’ konusunda olmamış. Cevat geçici olarak girdiği işte şimdi müdür yardımcısıymış. Cevat kendini idare etmekten aciz bir insan. Müdür yardımcılığından ne anlar diye geçiriyorum içimden. Cevat “İnanamadın değil mi?” dedi. “Yok inanmama değil de yani, şey..” Basbayağı inanamamıştım. Dayanamadım “öyle valla” dedim. “Nasıl oldu bu iş?”              -Arkadaş dedi bilirsin ben ‘i’leri söyleyemezdim.

-“Evet bilirim.”

-Pek bir işte de dikiş tutturduğum görülmemiştir.

-“Evet bu da doğru”

-Sen buralardayken şimdiki yerime geçici girmiştim. 6 ay çalışıyoruz, güzün çıkarıyorlar bizi. Biraz ben kazanıyordum, hanım da sağa sola temizliğe falan gidiyordu; iyi kötü geçiniyorduk. Ertesi sene beraber çalıştıklarımızın çoğuna kadro verdiler. Bu kadro neye göre verildi diye sorup soruşturuyorum, bilen yok. Kimisi diyor maddi durumu en kötü olanlara öncelik tanındı, kimisi diyor eğitim düzeyi dikkate alındı, kimisi de diyor müdür kimi istediyse ona kadro verildi. Maddi durumu en kötü olan benim, eğitim düzeyi dersen iyi kötü liseyi bitirdik, kadro alanların çoğu ilkokul mezunu. Düşündüm taşındım, herhalde dedim müdürün istediklerine kadro verdiler. Kadro alanlara danıştım, “Müdürle bir konuş biz kadro aldığımız yerde sen hayli hayli alırsın” dediler. Derken ben müdüre çıktım. Derdimi anlattım. “Ben de kadro ıstıyorum” dedim. Müdür kaşlarını çattı. “Olmaz” dedi. “Neden?” dedim. “Sen” dedi “Laik değilsin.” “Laık mı?” dedim. “Ama ne alakası var” Müdür “Çok alakası var” dedi. “Ben yanımda laik adam isterim, laik olmayan adamın burada işi yok. Seni hala burada tuttuğuma dua et.”

            Ben başımı kaşıya kaşıya çıktım dışarı. Yav bu laıklık nasıl bır şey kı? Laık olan hemen kadro alıyor. Adamların benden farkı yok. Eksikleri var fazlaları yok. İş yerinden önüme gelene müdürün dediklerini anlattım “Aman bana bır yol gösterın de laık olup kadro alayım.” Ama kime sorsam bir cevap alamadım. Lafın kısası o sene de beni güzün işten çıkardılar. Ertesi sene bizimkilerden benden başka kadro almayan kalmadı. Arkadaşlar “Git müdürle bir defa daha konuş” dediler. Gittim. Müdür “Laiklik” diyor da başka bir şey demiyor. Ben yine sorup soruşturuyorum “Ya nasıl olunuyorsa söyleyın ben de laık olayım” diye yine bir yol gösteren yok. Güz geldi yine izne ayrıldık. Kışın tanıdıklara sordum “Benı laık yapın” diye. Sonunda bizim dayıoğlu vardır bilirsin belki, Recep”

-“Evet, Recep’i iyi bilirim.”

-“Cevat” dedi. “Sen namaz kılarsın değil mi? “Allah kabul ederse.” dedim. “Hah” dedi, “Namazı bırakacan arkadaş, bu işin başka yolu yok.” “Yav etme eyleme” dedim. “Bu işin kanunu bu” dedi. “Ya namazı bırakır laik olursun ya da hayatın boyunca geçici olarak çalışırsın.”

-E bıraktın mı?

-“Çaresiz bıraktım.”

-“Yapma ya. Sonra?”

-Sonra yaz geldi. Altı ay hiç namaz kılmadım. Bu arada yeni geçici işçiler alınmış eskilerden kadrosuz bir ben varım. Bilhassa cuma namazı vakitlerinde müdürün önünden önünden geçiyorum. Adam umursamıyor bile. O sene yine kadro yok. Güz geldi işten çıktık. Kışın ben yine gördüğüme “Laıklık” diyorum. Doğru dürüst yol gösteren yok. Bir ara bizim Bilal misafirliğe geldi. Durumu ona anlattım. “Bılal benım başım laıklıkle dertte” diye. Bilal beni yan odaya çekti. “Arkadaş” dedi, “Namazı bırakmakla bu iş olmaz. Sen ramazanda oruç tutarsın?” “Tutarız Allah kabul ederse.” “Hah işte orucu bırakacaksın.” “Yahu arkadaş senın ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu, oruç bırakılır mı?” Bilal kızdı “Bırakacaksın arkadaş” dedi. “Sen laik olmak istiyor musun istemiyor musun?” “Ben kadro istiyorum.” “Tamam işte o zaman orucu bırakacaksın.”

-“Etme Cevat bıraktın mı?” dedim.

-Çaresiz, dedi.

-Sonra, dedim.

-Sonra, yaz geldi başladık çalışmaya. Ben her fırsatta yüksek sesle oruç tutmayacağımı söylüyorum. Kim bilir kaç defa müdüre de duyurdum. Geçen yıl geçici işe girenlerden bazıları bile kadro aldı. Bana yine bir şey yok. Güz geldi. İşten çıktık. Sorup soruşturuyorum. “Benı laık yapın” diye. Kimse yol göstermiyor. En son birisi dedi ki “Sen nerdeyse laik olmuşsun. Az bir şey kalmış. Ondan sonra tamam.” “Nedır?” dedim, “Yengenin başını açtıracaksın” dedi. Ben şaşırdım kaldım. “Benım kendıme sözüm geçmıyor kendımı laık edemedım daha, hanımın başına nasıl sözüm geçsın” dedim. “Başka çaresi yok” dedi. Akşam hanıma diyecek oldum. Beni “Manyak mısın sen herif” diye öyle bir tersledi ki bir daha o konuyu açamadım. Etrafında dolaşıyorum ama bir türlü lafı oraya getiremedim. Birisi dedi içkiye başla. Başladık. Birisi dedi şunu yap. Yaptık. Birisi dedi bunu yap. Yaptık. Yaz geldi işe başladık. Bir iki defa işe sarhoş geldim. Bir iki gün öğle tatilinde içki içtim. Benden sonra girenlere sebil gibi kadro veriliyor, bana yine yok. Müdüre çıktım “laiklik” diyor da başka bir şey demiyor. Kış geldi yine işten çıkarıldım. Artık laik olmaktan falan umudu kestim. Serseri serseri dolaşıyorum. Bir taraftan da sövüp sayıyorum. “Ulan camileri mi kapatayım, millete zorla oruç mu bozdurayım?” diye. Ramazanlığın içindeydi. Hanım küçük kardeşini yemeğe çağırmış. Çocuk doktoru. Geldiklerinde ben salonda sigara içiyordum. Benim oruç tutmadığımı görünce şaşırdı. “Enişte rahatsız falan mısın?” dedi. “Yok” dedim. “Laık olmaya çalışıyorum.” Anlamadı. “Nasıl?” dedi. Anlattım. Böyle böyle diye. Karnını tuta tuta güldü. Gülmekten doğru dürüst yemek bile yiyemedi. “Yarın benim muayenehaneme gel” dedi. Ertesi gün gittim. “Bir daha anlat şu meseleyi” dedi. Anlattım. Yine karnını tuta tuta güldü. Gülmekten gözleri yaşardı. Sonra bir yerleri aradı. Adres aldı, telefon aldı. Adres telefon yazdığı kâğıdı benim elime verdi. “Bu kâğıdı al şu adrese git” dedi. “Bu doktor, benim okuldan arkadaşım, psikiyatrdır. Seni tedavi edebileceğini söyledi. Şimdi git ne zaman ki ‘i’leri söylemeye başladın bana o zaman gel.” Aradan bir iki ay geçti. Ben hiç ihtimal vermemiştim ama bir gün baktım ‘i’leri söyleyebiliyorum. Sevinçle bizim kayın biraderin yanına gittim. ‘İ’leri söylediğimi görünce “Ooo, geçmiş olsun” dedi. “Sağol” dedim. “Laik de bakayım” dedi. “Laik” dedim, “Bir daha de” dedi, dedim. “Tamam” dedi. “Sen” dedi “Namazı, orucu boşuna bıraktın.” “Neden?” dedim. “Bak” dedi “Bu laikliğin ne olduğunu kimse bilmez. Herkes işine geldiği gibi anlar, işine geldiği gibi yorumlar, işine geldiği gibi uygular. Önemli olan doğru yerde, doğru şekilde kullanabilmek. İşe başlayınca o müdürün yanına git. Onunla konuş. Konuşmanın bir yerinde ‘laik demokratik Türk cumhuriyeti’ ifadesi geçsin. Bir yerinde ‘laik temeller’ dedi. ‘Laik bireyler’ de ‘Laik devlet’ de. Sonra da bana teşekküre gel. Unutma aslında laikliğin ne olduğunu kimse bilmez.”

            İşe başlar başlamaz müdürün yanına gittim. Kayın biraderin dediği gibi konuştum. Artık nasıl cümleler kurduysam neler söylediysem müdür ayağa kalktı. Gelip şap diye alnımdan öptü. Gözleri dolu dolu oldu. İki cümle daha kursam ağlayacak. İki ay içinde kadroya geçtim. Ertesi ay müdür beni şef yaptı. Ertesi sene de müdür yardımcısı oldum. Bakarsın seneye müdür olmuşum. Nasıl iyi olmaz mı?” Öyle bir ‘iyi’ deyişi vardı ki sanki ‘i’leri yıllarca söyleyememenin acısını çıkarıyordu. Ben de

-“İyi olur Cevat, iyi olur” dedim, yıllar yılı ‘i’leri doğru telaffuz etmenin yorgunluğuyla.