Hayali Bey'in Bir Gazelini Şerh Denemesi

HAYALİ BEY'İN BİR GAZELİNİ ŞERH DENEMESİ 

Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün
Hatt-ı miskînüñ lebüñde anber-i sârâ satar
Ruhlaruñ mihr ü mahabbet benlerüñ sevdâ satar

Îdgehde sen dükkân açduñ sulu şeftâlüye
Nâr-ı hasretle yanup ‘âşıklauñ eyvâ (ayva) satar

Dilde peykânuñdan ayrılmaz hayâlı hâlinüñ
Gûyiyâ tıfl-ı Habeşdür Kâ’bede hurmâ satar

Çarh-ı gerdûn mâh-ı nev na’liyle oldı müşterî
Leblerüñ bazâr-ı hüsn içre görüp helva satar

Rindlerüñ vardur harabat içre bir sagar meye
Taht-ı Cemşîdi girev kor efser-i Dârâ satar

Gûşe-i bî-tûşe-i fakr içre kemter gedâ
Vakt olur kim pâdişâhı dehre istingâ satar

Yûsuf-ı Mısr-ı belâgatdür Hayâli dostum
Anuñ içün kendüyi kıymetle bî-pervâ satar

                                                                ***

Hatt-ı miskînüñ lebüñde anber-i sârâ satar
Ruhlaruñ mihr ü mahabbet benlerüñ sevdâ satar

 

 Hatt: Çizgi
Miskîn: Mis kokulu
Anber-i sârâ: Hilesiz, katkısız güzel koku

 

“Lebüñde, hatt-ı miskînüñ anber-i sârâ satar, ruhlaruñ mihr ü mahabbet benlerin sevdâ satar.”

            Şiir genel itibariyle âşıkane bir eda ile söylenmiştir. “Satar” redifi etrafında sevgilinin çeşitli güzellik unsurları anlatılmaktadır. Bu “satma” eylemi elbette ki ticari bir gaye ile değil, cilve ve güzellik gösterisi amacıyla gerçekleşmektedir.

            Hatt, çizgi, satır, yazı, tüy gibi anlamlara gelmekle beraber miskîn kelimesi ile birlikte “ben”i ifade etmektedir. Hatt-ı miskîn kişileştirilerek bir satıcıya benzetilmiştir. Bu satıcı sevgilinin dudaklarına pazar kurmuş ve burada anber-i sârâ yani saf, katıksız, halis kokular satmaktadır. Burada bir realite olarak sevgilinin hatt-ı miskînin dudak üzerinde olduğunu düşünüyoruz.

            İkinci mısrada ise satıcı değişmektedir. Burada sevgilinin yanakları iyilik ve muhabbet benleri ise, sevda satmaktadır. Şair “sevda”nın sevgi anlamının yanında yürekteki siyah nokta demek olan sevâd’ül-kalbi de çağrıştırmaktadır. Sevdanın kastedilmeyen anlamı ile ben arasındaki ilgiden dolayı burada bir iham-ı tenasüp vardır.

            Misk, hatt, anber arasında tenasüp ilgisi vardır.

            Ruh ve leb arasında bir başka tenasüp görüyoruz.

            Mihr, muhabbet, sevda arasında da tenasüp ilgisi bulunmaktadır.

 

                                  ***
Îdgehde sen dükkân açduñ sulu şeftâlüye
Nâr-ı hasretle yanup ‘âşıklauñ eyvâ (ayva) satar

Îd-geh: Bayram yeri

            Sen, îd-gehde sulu şeftâlüye dükkan açdın, aşıkların nar-ı hasretle yanup eyvâ satar. 

            Sevgili bu defa dükkânını bayram yerinde açmıştır. Bilindiği gibi Osmanlı toplum hayatında kadınların kendi başlarına dışarı çıkarak gezip dolaşmaları mümkün değildir. Bayram günleri bu geleneğin istisnasıdır. Bayramda çor çocuk, kadın erkek hep dışarıdır. Bu müstesna anlar ise aşığın sevgiliyi görme vesileleridir. Âşık sevgiliyi bayram yerinde görmektedir. Sevgili dükkân açmış şeftali satmaktadır. Şeftali mecazen öpücük yerine kullanılmaktadır. Sevgili öyle görünüyor ki bayram yerinde gelene geçene öpücük dağıtmaktadır. Bu tarz söyleyişler daha çok Nedîm’le birlikte görmeye alıştığımız ifadeler olmasına rağmen Hayâlî 16. yy. idealize sevgili tipinin dışına çıkıyor.

            Aşığın nasibi her zaman için ah ve vahtır. Sevgilinin herkese dağıttığı öpücüklerden de âşık belli ki payını alamamıştır. Bu yüzden âşık hasret ateşiyle yanmakta “ey vâ” diyerek feryat etmektedir. Aşığın “ey va” demesinin bir sebebi de sevgiliye feryat ve figanını duyurmak ve onun ilgisini çekmektedir. Ola ki öpücüklerden birisi yolunu şaşırıp aşığa gelsin. Beyitte şeft-âlû, eyva, nâr arasında bir tenasüp düşünülebilir. Fakat şair kelimelerle bu yönde değil başka şekilde oynamış gibi. “Nâr”, ateş anlamının yanında bir de meyve ismi. Beyitte kast edilmeyen meyve anlamıyla, “şeft-âlû” ve “sulu” kelimeleri arasında bir iham-ı tenasüp düşünülebilir. Yine “ey vâ” feryat, figan anlamının yanında bir meyvenin adı: ayva. Bu yolla da bir iham-ı tenasüp görünüyor.

                                                 ***

Dilde peykânuñdan ayrılmaz hayâlı hâlinüñ
Gûyiyâ tıfl-ı Habeşdür Kâ’bede hurmâ satar

Hâlinüñ hayâlı dilde peykânuñdan ayrılmaz, gûyiyâ tıfl-ı Habeşdür, Kâ’bede hurma satar          

            Sevgilinin beninin hayali aşığın kalbindedir, fakat bu hayal peykandan ayrı değildir. Âşık sevgilinin benini düşlemek istemektedir. Peykan da ister istemez beraberindedir. Peykan, okun ucundaki demir anlamındadır, mecazen ise sevgilini kirpiğidir. Buradan hareketle sevgilini kaşının üzerinde bir beni olduğu sonucuna varmak mümkün. Âşık o beni hayal ederken kirpiklerden bağımsız düşünemiyor.

            Bu durumu da sanki Habeşli bir çocuk, Kabe’de hurma satıyor diyerek örneklendiriyor. Burada ben Habeşli bir çocukla ilişkilendirilirse, peykanı da hurma ile ilişkilendirmek gerekir. Habeşli bir çocuğun elindeki hurma gibi benin üzerinde peykan durmaktadır.

 

                                 ***
Çarh-ı gerdûn mâh-ı nev na’liyle oldı müşterî
Leblerüñ bazâr-ı hüsn içre görüp helva satar

            Çarh-ı gerdûn, kişileştirilerek bir müşteriye benzetilmiş. Felek sevgilinin dudaklarını pazarda görüyor. Bu dudaklar sanki helvadır. Felek de eline nal şeklindeki yeni ayı alarak, bu helvadan satın almak için güzellik pazarına gidiyor. Beyitten, nalın eskiden büyük bir ekonomik değeri olduğunu anlıyoruz. Çünkü müşteri olunan meta öyle sıradan bir şey değil sevgilinin dudaklarıdır. O da birkaç kuruşa alınmaz. Bu kısmı şu şekilde anlamak da mümkün. Felek, en değer verdiği şeyi sevgiliye sunmak istemiş, bu yüzden eline yeni ayı alarak pazara gitmiştir.

 

                                 ***
Rindlerüñ vardur harabat içre bir sagar meye
Taht-ı Cemşîdi girev kor efser-i Dârâ satar

            Girev: Rehin
            Efser: Taç
            Dârâ: Fars hükümdarı          

            Rind, dünyaya boş vermiştir. O dünyayı yeri gelir bir pula satar. Beyitte, rind meyhane içindedir. Rindin tavrından bahsedilmektedir. Rindin bir kadeh içki için eğer elinde olsa Cemşid’in tahtını rehin koyabileceğinden, Dârâ’nın tahtını da yok pahasına satabileceğinden bahsediliyor. Rindin hayat karşısında aldığı tavır budur. Öte yandan alkolün tesirini de göz önüne almak gerekir. Alkolün etkisiyle kendinden geçen insan bütün dünyayı kendisinin sanır. Sarhoşluk halinde de her sözü söyleyebilir. Her şeyi alıp satabilir.

            Cem, şarabı icat etmiştir. Dârâ ise, Keyâniyân’dan dokuzuncusu ve sonuncu hükümdardır. Ekber, Keykubad da derler. İskender’le yaptığı harpte mağlup olmuş, vefatıyla sülalesi sona ermiştir. (Ahmet Talat Onay, s: 73)

                                 ***
Gûşe-i bî-tûşe-i fakr içre kemter gedâ
Vakt olur kim pâdişâhı dehre istingâ satar

Tûşe: Ölmeyecek kadar yenecek şey, azık
İstigna: Aza kanaat etme, tokgözlülük
Gûşe-i bî-tûşe-i fakr içre kemter gedâ, vakt olur kim pâdişâh-ı dehre istignâ satar           

            Fakirlik köşesinde bulunan hakir dilenci, yeri gelir, cihan padişahına istigna, tokgözlülük satar. Çünkü fakir, kanaat ehlidir. Çoğu bilmediği için azla hayatını idame ettirebilir. Kendisine dünyalar bağışlansa fakr ehli buna dönüp bakmaz ve bir şey kaybetmez, ama padişah-ı dehrin elinden her şeyi alınsa o yaşayamaz.

            Gönül zenginliği makamla mevkiyle ilgili değildir.  

                                 ***
Yûsuf-ı Mısr-ı belâgatdür Hayâli dostum
Anuñ içün kendüyi kıymetle bî-pervâ satar

Dostum, Hayâlî, Yûsuf-ı Mısr-ı belâgatdür, anun içün kendüyi kıymetle bî-pervâ satar.

Hayalî kendisini Hz. Yusuf’a benzetmektedir. Yusuf güzellikte ne ise Hayali de Mısr-ı belagatte odur. Hz. Yusuf, ağırlığınca altına satılmıştır. Hayali de belagat  Mısır’ının Yusuf’u olduğu için kendisini çekinmeden satmaktadır. Burada şair bir mecaz-i mürsel ile kendisini değil şiirlerini, sanatını kastetmektedir.


Yorumlar - Yorum Yaz