YARIM KALMIŞ BİR HİKAYE

YARIM KALMŞ BİR HİKAYE

  Gecenin bu saatinde uykumu bölmüşken gel seninle bir hikâye yazalım. Uykusu kaçan bir insanın en son yapacağı işlerden birisi bu olsa da.. Sanki yapacak başka bir şey kalmamış gibi.. Kırık dökük cümlelerle de olsa, saçma sapan da olsa, hikayeye benzemese bile yapalım bunu.

 

Hikâyenin unsurları:

  Şahıs kadrosu?

  Hikâyenin iki kahramanı olsun: “sen” ve “ben”. Gecenin bu vaktinde başka kimseyi rahatsız etmeyelim.

 

            Zaman?

            Zamana sen karar ver. İster birkaç asır, ister birkaç ay, istersen birkaç gün önce..

 

            Mekân?

           Mekân senin de benim de bildiğimiz bir yer olsun. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, sen zaten uzun tasvirleri sevmezsin.

 

            Olay örgüsü?

            Olay örgüsü? Olayı molayı boş ver.

            Gerisi zaten hikaye!!

 

Birinci Bölüm (Serim):

      Konuya bir yerden girmeliyim. Bu kısımda biraz da merak uyandırmalıyım. Okuyucu hikâyenin devamını merak etmeli, ne olacak acaba, nasıl bitecek bunun sonu demeli. Demeli, demeli ama nasıl?

  Nasıl başlamalı?

  “Bir gün, bir sen ve bir ben varmış…” gibi masalsı bir giriş?

  “O gün yine her zamanki gibi..“ diyerek klişe bir giriş?

  “Bir sonbahar günüydü. Hava çok sıcak olmasa da insanı üşütmüyordu. Ama belli ki sen yine üşüyordun. Beyaz paltonu giymiş…“ gibi usulca bir giriş?

    “Herkes meydanda toplanmıştı…” gibi toplumsal bir giriş?

  “Ben kalabalıktan geride bir köşeye çekilmiş kendi halimde…” gibi bireysel bir giriş?

  Yoksa, şu an içinde bulunduğum durumu en iyi ifade edecek şekilde “Bir yazının en zor cümlesi ilk cümledir.” gibi gereksiz bir giriş?

  “Aklımda birçok şey vardı. Beynimin içinde dönüp duruyordu anlatacaklarım. Hemen bir çırpıda yazıp geçecektim. Sonra birkaç defa okuyup senin de okumanı temenni edecektim.” diye samimi bir giriş?

  Hiçbiri değil belki.. Öyleyse nasıl? Her şey bir yana şimdiye kadar sorulması gereken bir soru: Bu nasıl hikâye?

 

  Bir türlü konuya giremiyorum. Lafı evirip çeviriyorum, çevirip eviriyorum. Sağa dönüyorum, sola dönüyorum. Yazıyorum, siliyorum, yazıyorum siliyorum, yazıyorum…

  Yazsam da silsem de toparlayamıyorum, üç beş kelimeyi bir araya getiremiyorum..

  Belki de şimdiden kabul etmek lazım, bu kötü bir hikâye.

 

İkinci Bölüm (Düğüm):

  En iyisi girişi falan bırakıp konuya doğrudan girmek.

  Evet, sevgili kahramanım, yani sen. Bu yazıyı yazmayı ilk düşündüğüm gün, seni ta derinden, tüm ruhumda hissede hissede özlediğimi fark ettim. Sebep olarak kendimce birkaç şey sıralayabilirim. Ama ne önemi var!

  Seni özlemeye çoktan hazır gibiydim.

  Seni çoktandır özleyecektim de sanki bir sebep arıyor gibiydim.

  Seni bu kadar zaman sonra kısacık, göz açıp kapayıncaya kadar gördüğüm an sebebim kendiliğinden doğmuş gibiydi.

  Gibi, gibi..

 

Ve o kısacık an uzadıkça uzadı uzadı ve hala bitmek bilmedi.

  O kısacık andan sonra aklıma birkaç şiir geldi, birkaç şarkı, birkaç da türkü. Ama sen aklımdan o gün ve ertesi gün neredeyse hiç çıkmadın. Bugün bu satırları yazdığıma göre hala çıkmadın, çıkmıyorsun.

 

  Ben, karmakarışık bir haldeyken,

Ben, akademik çalkantılar içerisinde çırpınıp dururken,

Ben, son zamanlarda düşüncelerimi hiç olmadığı kadar savruklaştırmışken…

Yine ben hemen her şeyi sorgularken ve her sorguladığım şey değerini yitirirken...

Yine aynı ben, yine aynı ben..

 

Bana o an tatlı, sımsıcak bir huzur verdin. Huzur buldukça seni düşündüm, seni düşündükçe huzur buldum. Ferahladım, genişledim, rahatladım..

Hani, çok uzaklardan hiç beklemediğin anda mutlu bir haber alırsın,

Veya hiç çalışmadığın, kötü geçen sınavından çok iyi bir not alırsın,

Veya ne bileyim kaybettiğin bir şeyi ansızın bulursun ya.. İşte öyle bir şey.

Bir tatlı huzur, sebebini anlayamadığım bir tatlı sıcaklık.

Sanki aradan hiç zaman geçmemiş, en son daha dün konuşmuşuz, daha dün gözlerinin içine doya doya bakmışım. Dalıp dalıp gitmiş, sen her ne kadar sıkıştırsan da beni, içimden geçenleri yine söyleyememişim.

 

Hikâye bu ya, o kalabalıkta bir an sana koşup gelmek geçti içimden ama yapamadım.

Yine hikâye bu ya, safça senin aramanı bekledim. Bu bile huzur verdi bana. Bu bile mutluluk..

 

Sonra sevgili kahramanım sen. Sana dair bir sürü hayal kurdum. Yanımda olmanı istedim. Çok yakınımda.. Kollarımın arasında.. Daha neler neler istedim, neler neler düşündüm, neler neler geçti aklımdan ama burada söylenmez. Bu ayrı ve mahrem bir hikaye..

Biz dönelim yine kendi hikâyemize. Ne diyordum? Günlerce seni düşünüp durdum. Seni hatırlamak zevk verdi. Belki de unutmamışımdır kim bilir. Neyse burası da uzun hikâye.

Bu bölümü de geçelim.

 

Üçüncü Bölüm (Çözüm):

Bu bölümde hikâyemizi toparlayarak bitirmeliyiz. Düğümdeki olaylar bir sonuca bağlanmalı. Gecenin bu saatinde yapılacak iş mi bu? Hikâyeyi seninle birlikte yazacaktık öyle değil mi? O halde bu bölümü de sen yaz.

 

Evet, bu kötü bir hikaye, sadece kötü değil kimilerine göre saçma bir hikâye. Ama şurası bir gerçek kim ne derse desin bu yarım kalmış bir hikaye..


Yorumlar - Yorum Yaz